23.10.11

hem de "pazar" sabahı.

Elbette hiç biriniz, pazar sabahı sizi “Ayşegül” sanan biri tarafından defalarca aranarak uyandırılmak istemezsiniz. Hemde pazar sabahı..
Uyumak istemiyordum aslında. Tek tamamı kendime ait günü dopdolu yaşamak istiyordum. Pazar kahvemi penceremin önünde ağacımı izlerken içecektim. Belki dikkatli bakarsam üzerinde ki böcekleri de görebilecektim ağacın.
İşte tam o sırada hayatımdan uzaklaşmak isteycektim. Kimliğimi değiştirip asla tanıdığım insanlarla  tekrar göremeyeceğim yerlere yerleşmek isteyecektim. Kontrol edemediğim hayatımın tüm iplerini elime almak isteyecektim. Arkamda bıraktıklarımı pişman etmek isteyecektim.
Çalışmaya başlayınca hayatınız tamamen onun üzerine kurgulanıyor. Artık senelerce çalışacaksınız. Sadece sizin olan tek günü, çalıştığınız zamanın yorgunluğunu atmak için dinlenerek geçireceksiniz. Aslında sizin olan bir gün bile kalmıyor. Öğrenciyken gece 1de gelen teklifleri acımazsızca değerlendirirken, çalışmaya başladıktan sonra 1de gelen telefonları açamayacak kadar bile yorgun olacaksınız. Ya hayatınızda ki insanlara uyamayacaksınız, ya da siz uygun bir vakit yarata bilmişken onlar uygun olmayacak. Sevemeyeceksiniz. Çünkü zaten yeterince kalbiniz kırılmış olacak ve seveceğiniz insanlara vakit bulamayacaksınız. Yeni insanlarla tanışmak için zamanınız da olmayacak zaten. Belki çalışma esnasında tanıştığınız ofis arkadaşları olacak hayatınız da yeni sadece,
Sevemiyor olacaksınız. Sevilmiyor olarak. Sevmeyi düşünemiyor. Düşünmeye fırsat bulamıyor olarak. Pazar sabahı 09.09 da sizi kimse düşünmüyor olarak bakacaksınız saate. Belki epey yalnız. Epey depresif. Epey bunalımda.
Yalnız geçirmek istemediğiniz günler mi, yalnız geçirmek istediğiniz günler mi olacak karar verememişken zaman geçecek. Siz her güne yalnız uyanacaksınız. Belki yağmurlu bir günde zorla alarmın sesiyle uyandırılarak ve asla dinlenememiş olarak. Ya da belki sizi “Ayşegül” sanan bir yabancı tarafından sadece. Hem de pazar günü…

3.10.11

Güzel şarkıları omzunda dinledim. Kokunla eşlik ettim. Gideceğini bile bile her seferinde gelişini bekledim. Üzüldüm, çok. Kaybolmadım. Ben hep sendeydim. Sadece beceremedim sensizlikleri. Hep başkalarının avuçlarına kondum. Çözüm yok. Bu büyük bir problem ve ben her seferinde yenildim. Sana.




Ardımda bıraktığım her kimse artık ben olma şansım kalmadı. Yeni biri olmak zorundayım. Kabul ediş büyük bir zorunluluktu ve ben hiç bir zaman zorunlulukları sevmedim.



Kaçıp gidemedim. Ben olamadım. Boğuldum.

29.8.11

bu sözler size bayım

aşk demişlerdi değil mi bayım...kısa bir ziyaret için geldiğiniz yerin kocaman bir yalnızlığın mekanı olduğunu bilmiyordunuz...derin yaralar bırakmak aklınızdan geçmemişti...ne de olsa siz çok iyi bir insandınız...kendinizi bütün dünyadan daha çok sevecek kadar...








aşk demişlerdi değil mi bayım...mecnun'u ararken duymuştum ilk kez adını..."aşk" demişti yücelerden bir ses.."aşk, bir iddiadır!"...ne çok sarsmıştı beni bu cümle... bütün bildiklerim bir uçurum boşluğundan kaymıştı o an. "nasıl yani?" diyebilmiştim. devam etmişti yüce ses :"...ispat ister!!!"






ispat demişlerdi değil mi bayım... siz bütün ispatlara gelemeyecek kadar korkaktınız... bense büyük bir yalnızlık kadar cesaretli...bir seni seviyorumumun altında size söylenecek binlerce seni seviyorumdan daha büyük anlamlar gizliydi...bilemediniz bayım...






seni seviyorum demişlerdi değil mi bayım...ben size söylemekten kaçaerken, onlar size söylemişti...ve siz uçuvermiştiniz...ben sizi anka sanırken , sıradan bir göçmen kuş çıkıvermiştiniz...






hiç tahmin etmediniz değil mi bayım...derin yaralar bırakmak üzere olduğunuzu...belki haklıydınız, çünkü hayallerimden habersizdiniz...ama haklıydım, büyüleyici laflar demeyi bırakarak kısa bir ziyaret için geldiğinizi söylememiştiniz...






son kez attila ilhan demek istiyorum size bayım, felaketime ağlarken...


hiç duymadınız değil mi,


üçüncü şahsın şiirini....

2.8.11

İnsan hayatına zorunlu kılınmış en büyük ve inanılmaz hata: çalışmak.


Çalışmak bir çeşit bug.



İyi yerlere gelip, iyi maaşlar alan bir insan olma yolunda sırtımdan itilerek ilerlerken, topuklu ayakkabılarım canımı acıtıyor koşmam gereken yerlerde.



Beş dakika oturup düşünüyorum.



ofis camının filtreleyip içime süzdüğü güneş, taze çimen kokusunu ve aylak bir Tandoğan gününü zihnime yerleştiriyor. Masamdaki çiçeği koklayıp, pembe ojelerime bir göz atıyorum. Ayakkabılarım ayağımdan ziyade canımı sıkıyor. Parmak arası terliklerimi ve ayaklarımı yakan bronz kum taneciklerini düşünüyorum. İçim gidiyor.

Bahara ve yaza dair ne varsa yaşadığım, hepsini o beş dakikaya sığdırıyorum ve yemin ederim ki, hepsini yeniden yaşadığımı hissedebiliyorum. Zaten o dakikadan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmuyor ve insan, kendini kısır bir “yaşanmışlıklı özlem” döngüsü içinde buluyor.
İmgeler benim ağzıma ediyor.



-Naber nasıl gidiyor?

+Nolsun ya çalışıyoruz işte.



Çalışıyorum işte. Eskisinden daha iyi bir hayatım yok. Daha az yazıyorum, hatta hiç yazmıyorum. Daha az içiyorum, hatta hiç içmiyorum. Daha az ağlıyorum, hatta hiç ağlamıyorum. Sevdiğim biri var, hatta o da beni seviyor. Hani şu yazılarımdaki adam; herkes biliyor.

Şimdi yaşam daha ciddi, daha seçici. Aynaları daha net, hamleleri daha bilinçli. Hayaller bile gerçek oluyor, her şey fazla gerçekçi.



Çok korkuyorum büyümekten.

15.4.11

Canım Sınav Haftası.

Ne zamandır görüşemedik. Özledim desem yalan. Ama valla daha dün gibi o iğrenç ruh haliyle baş ağrısı nöbetleriyle sınava çalıştığım hafta sonu.

O zamandan bahsetmek kolay değil, hatırlamak dahi içimi bulandırıyor, ama sakın alınma, seninle ilgisi yok. Biliyorsun.


Herkes sana küfürler yağdırıyor. Hem erciyes'e benden önce gitmen beni kırmadı desem yalan. Ama ben bilirim, herkesten çok seversin sen beni.


Bu dönem senden bazı isteklerim olacak. Bak midemde kelebekler, Son gördüğünden daha renkli yüzüm, gözlerim parlak. Fark ettin mi? Bugün de sınava çalıştım. Oturdum not çıkartım birazcık.(bknz ;cık)

Ama bu kez farklı. İlk kez umurumda alacağım not. Ortalamam yüksek olmalı. Ben saçlarımı turuncuya boyayıp hava alanına gitmeliyim. Biliyorsun  Hannover'i görmeliyim. Bu sıralar en çok istediğim şey bu.


Canım Sınav Haftası,

Ben seni can sıkıntısıyla değil, yoğun hareketli, tatlı stresli bir hafta olarak karşıladım. İçimden gelerek seni en güzel şekilde yaşamak istiyorum. Lütfen artistlik yapma. Tatsız sürprizler yapma. Midem yanmasın mesela hiç, başım ağrımasın, o bana güzel şeyler söylesin, canım hiç sıkılmasın.


Mektubuma burada son veriyorum ama belki uğurlarken birşeyler daha yazarım sana. İçin rahat olsun, en çok beni seveceksin yine. Hem bu kez seni ikinci plana atacağım aptal sebeplerim de yok. Şimdi biraz da Plusquamperfekt çalışırsam çok iyi olur

13.4.11

... yazık sana hemde çok yazık

12.4.11

Çünkü ben sadece, en sevdiğim şarkıyı kulaklarımı patlatacak kadar yüksek sesle dinlediğimde bağırarak ağlayabiliyorum.


Kendi sesimi duyamıyorum. Duymak istemiyorum. Kafamın içindeki seslerden nefret ediyorum.

Hiç durmuyorlar. Peşimi bırakmıyorlar.

Çünkü öyle anlarda kalbim boğazımda atıyor benim, beynim midemde parçalanıyor.



Öyle çok sinirleniyorum ki, aklımı kaçırıyorum.
Uzuvlarıma hakim olamıyorum.
Öyle çok bağırıyorum ki! Hiçbir şey duyamıyorum.
Sonuna kadar açıyorum

3.4.11

Bırakınız dedim gelsinler. Yıksınlar duvarları, yıkasınlar zihinleri. Çok karanlık. Karanlıkta çok kalabalık. Kaybolacak kadar karanlık. Kaybolacak kadar derin. Başı yok, sonu yok derinliğin. Bir deli var. En güzeli o. En önde o. Sorumsuzluktan sorumlu. Hesabı kitabı yok. Belki en akıllısı o deli. En güzeli, belki. En iyisi, en şanslısı. Belki.

1.4.11

Bilmiyorum.
Bilmediğim çok fazla şey var. Çok fazla şeyi öğrenmek için fazla uğraşmadığım vakitlerde çok fazla şey öğreniyorum, o ilk çok fazla şeyle alakası olmayan.
Ne kadar çok şey var aslında öğreneceğimiz?
Garip gibi.
Çok yaz dediler. Çok yazmayı beceremem dedim. Becermek lazım bazen bişileri. Becerdiğimiz onca hayatı düşünürsek zor olmamalı o hayatlardan daha ufak bişileri becermek. Denedim bende. Ama aklımı çeliyor aklım. Kocaman olmaya çalışmak zor bu çocuk ruhuyla. Bazen adımlarıma bakıyorum yürürken, büyüyeceğim zamanı düşünüyorum, uzak gibi. Ama aslında büyüğüm. Öyle sayıyorlar benim yaşıtlarımı.
Yaşıtlarımda kendini büyük sanıyor işin garibi.


sinirlendim!

Hani küçükken ders almamızı sağlamak için anlatılan hikayeler vardı yaa. Pireden yorgan yakmak falan içerikli. Evde fare varsa gider fareyi bulur, yakalar, öldürürsün. Fare var içinde diye tüm evi yakıp yıkmazsın dimi gerizekalılar. Git maç yayını yapan blogları kapat anlayalım. Bizim naçizane yazılarımızdan ne istiyorsunuz? Sen kendi telif hakkınla ilgili oraya buraya saldıracaksın diye benim yazılarımın hakkı ne olacak?! Bir insanın hakkının sınırını diğer insanın hakkı çizer... (bilmeyenler için bilgi notu)



Hukukun h'sini bilmeyen insanlar tarafından yönetiliyoruz. Ve artık kendi rahatımız için bir başkasının özgürlüğünü kısıtlamaya uğraşmaktan hiç çekinmiyoruz. Bunu devlet eliyle youtube için yaptıklarında faşizm dedik. Peki şimdi digiturk meselesine ne diyelim. Kimsenin ''kişilik haklarıma'' bu şekilde saldırmasını kabul etmiyorum. Kimsenin ''özgürlüğüme'' karşı açtığı bu savaşı kazanmasına da izin vermek istemiyorum.


Şimdi napalım digiturk dekoderlerimizi geri mi versek hep beraber? Bi tane üye kazanmak için havada 38 takla attıklarına göre. Topluca ''dekoderini camdan aşağı at'' kampanyası yapabiliriz. Veyaa IP adres değiştirmece olsun tunnellar olsun bloglarımıza giriş yaparak sürekli maç görüntüleri yükleyelim ;) iyice delirsinler




Bu fikirler kulağa hoş gelse de sonuç olarak doğru düzgün bi çözüm bulmak gerekiyor :) bütün gün deri koltuklarınızda kaba etinizi yaya yaya oturacağınıza doğru düzgün bi yasa yapın. Hadi bebişim gerekli çoğunluğa sahip olduğunu da biliyoruz. Cumhurbaşkanı da adamın zaten bi gecede onaylar... Ama tabi böylesi işinize geliyor değil mi? Sesimizi yok etmek... Zaten felsefe hiç değişmiyor ''ananı da al git''den ''blogunu da al git'' aşamasına geçtik sadece değil mi? Hiçbir şey değişmiyor medeniyetten gittikçe daha da uzaklaşıyoruz

31.3.11

Yollar ve Ağaçlar

yeni bir yazı yazacak mecalim yok.



sadece yollar ve ağaçlar.


sadece okadar olsa her şey iyi aslında. herkes sadece yapması gerekeni yapsa ve bununla yetinse. ama olmuyor elbette, hırslar ve egolar var çünkü.


oysa yollar ve ağaçlar ne güzeller ama hırslar ve egolar..


kabul etmem lazım buna hayatım boyunca alışamayacağım,


kabul etmem lazım hayatın gerçeği bu,


kabul etmem lazım alışamayacağım şeyin adı "hayatın ta kendisi".


boğulacak gibi oluyorum bazen, bazen kusacak gibi.


bazen diyorum ki, ne işim var benim burda, bazen de "ne güzel günlerdi ama değil mi?"..


susun artık ne olur konuşmayalım. siz sormayın, bana söyletmeyin.


yollar ve ağaçlar diyeyim ben,


yollar ve ağaçlar göreyim,


düşüneyim,


denizlere varsın sokaklar,


yüzüme o gülümsemeyi oturtup sakinleşeyim.






ne acayip insanlarsınız sanki kimse ölmeyecek, sanki sıfatlarınız olmadan donsuz gibisiniz, sanki kavgasız yaşayamayacaksınız, sanki aslında yoksunuz da ancak bunlarla kendinizi bir miktar var hissediyorsunuz, varlığınız başkalarının varlığına armağan olmuş andımızı ezberlerken..


sizi çözümlemekten de kendimi çözümlemekten de bıktım artık. bunları düşünmekten, söylemekten, içinde olmaktan ölesiye sıkıldım.
Dönüyorum. Ben dönerken dünya duruyor. Dünya duruyor ben dönüyorum. Mutluyum ama sahte. Sahte mutluluğumun bir rengi var. Daha gerçekçi olabilmesi için. Ama ağlıyorum. Mutsuzluktan ağlıyorum. Sahte mutluluğumla kendimi kandıramıyorum.

Bastığım her tuş yanlış bu gece. Gözyaşlarımdan net göremiyorum tuşları. Bulutları izlemek istiyorum. Gözyaşlarımla bulutları sevmediklerime benzetmek istiyorum. Yüzümde gözyaşlarımın tuzu. Gözlerim şişmiş ağlamaktan. Unutulmuş yaralar kanıyor bu gece.

Önemsenmek isteyen insanlar var. Önemsenmeyi haketmiyorlar. Acıyorum onlara, önemsiyorum. Sonunda kendimi önemsizleştiriyorum. Acımak yumuşatıyor duyguları. Yaralanacak kadar korunmasız kalıyorum. Çaresizim adeta.

Her şeyi bıraktım bu gece. Bu gece dünya duruyor ben dönüyorum.

Sabırsızlığım beni öldürüyor bu gece. Kıskançlığım başıma bela açıyor. Konuşmuyorum. Yazdıklarım başıma bela açıyor bu gece.

Her şey bir yana bu gece iyi bir gece. Bu gece dünya duruyor ben dönüyorum. Dünya duruyor başım dönüyor ben başımla birlikte dönüyorum. Bu gece benim gecem. Bu geceden sonra her gecenin kontrolü bende. Açılan bütün yaralar kapandı bu gece. Her bir yarayı kanatıncaya kadar kaşıdıktan sonra, kapattım bu gece.
mutluyum bu gece

30.3.11

Söz

Simetri hastalığım yok benim. Bi adı vardır onun tabii, ama ben bilmiyorum, bende yok zaten. Bendeki soru sorup cevap bulamama hastalığı. Bendeki anlamsız telaşlar içinde panikleyip gideceği yolu bulamama hastalığı.





bir ışık gördüm mü, üstüne yürüyorum. Sonra da ölüyorum. Sonra, öldüm diye ölüyorum.


Basitleşiyoruz, hep birden. Ne güzel, değil mi?


Bilgisayar bulunca yazmak geldi içimden. Her kaybolduğumda buraya düşüyorum ya, ondan sanırım. Bir de beyaz yaptım burayı. Logom bilgisayarımda kaldığı için öyle biraz boş kaldı başı ama olsun, dolacağını bildiğinde boşluk gözüne batmıyor insanın.




Bir açıklama yapmam mı gerekir? Bütün o beş para etmez şarkı sözlerini dinleyip, kendimi bulmam mı gerekir onlarda? Aha, benim gibi hissediyorlar, yalnız değilim, diyip, rahatlamam mı gerekir? Siz, hiç çıkış yolunuz olmadığı söylendiğinde, yol bulup kafanızı ferahlığa çıkarttınız mı hiç? Ben de çıkartmadım, boşverin.


Uzun uzun yazmayalı çok olmuş, yani kendimi. Öyle çok şey yazıp parmaklarımın yamulmasına sebep oluyorum ki aslında. bugün değerlerimden biri hemde .çok sevdiğim biri burayı okuduğunu söyledi. işte şuanda tekrar burda olmamın sebebi belkide bu!






Neyse ki O var. ...




Söz veriyorum, söz! Kimse yok söz isteyen ama ben veriyorum bak! Söz!

17.3.11

hayalleri kırıldı

hayal kırıklığı; bir hayalin kırılmasıdır..


suyun içinde görüntü nasıl kırılırsa, bir hayalin içindeyken de öyledir.. sudan çıkarsınız, suyun içindeki görüntü başka yerdedir artık, siz çok daha başka yerde...

bir hayalin içinden çıkarsınız, hayat başka yerdedir... siz çok çok daha başka yerde...



"kolay değildi.



...



kaç acı birden imtihan etti onu.



bir tek gece vardır insanın hayatında;



ömür boyu sürer nöbeti..



bu da öyleydi.



iyi olsun,



sağ olsun,



uzak olsun,



ama bir daha görmesin onu..."



dizelerini biraz değiştirince hissettirdiğini hissettiren, getirisi olarak da



"bir tuzağa kaptırmıştım kendimi ama eminim tanrı var bugün"



"siz de mi dostlarım dedim, öyleyse düş sezar"



"sıyrıldım rollerimden mutluyum çünkü artık yokum bugün."



sonuçlarına ulaştıran, insanı böyle bir hale getiren hayatın fon müziği çalarken arkadan

yeniden hayal kırıklığı; bütün o 'ben olsaydım'larınız içinde, aslında gerçekten 'ben' olduğunuz zamanlar da olduğunu, lakin elinizden gelenlerin, hayatın gerçeklerinden öteye gidemiyor olduğunu buruklukla anlıyor oluşunuzdur...

ve nihayetinde olduğunuz o 'ben'in hiç de süper kahraman olmadığını görüyor oluşunuzdur...

9.3.11

Gözlerinin içine bakıyorlar. Sana sorular sorup cevaplarını dinliyorlar. Sözcüklerinin onlar için önemli olduğunu sanıyorsun.


Düşüyorsun. Devamlı düşüyorsun.

Bulanık görüyorsun. Bulanıklık mideni bulandırıyor. Uzaklara bakamıyorsun. Hâlbuki en çok özlediğin şey uzak. Ama bakamıyorsun. Bakmak için ısrar edersen düşersin, biliyorsun. Kısacık uçurumlarda ölürsün. Kimse üzülmez, onlara da üzülmediler. Seni tanımıyorlar, onları da tanımadılar.


Cümlelerinin yapısal bozukluklarına aldırmadan, hiçbir acı duymadan, sadece nefes almak istiyorsun. Yapamıyorsun. İçin kanıyor. Ayakların uyuşuyor. Düşüyorsun. Durmadan düşüyorsun.

Sonsuz bir boşluk uzanıyor ayaklarının altında. Varlığını bilmediklerinin yokluklarını hissediyorsun. “Dinle” diyorlar sana “düşüncelerini dinle” diyorlar, sen boğuluyorsun. Sadece düşüncelerinin ağırlığında düşüyorsun. Atabilseydin üzerinden bir iki tanesini yere çakılmazdın biliyorsun. Ama bir eksiltsen bin artıracaksın. Düşmekten kaçış yok, hissediyorsun. Ölüm bir son değil. Sen de onlar gibi dur durak bilmeden
düşüyorsun.

Düşünmek istemiyorsun.

“Düş”ünmek istemiyorsun.

Elinden başka bir şey gelmiyor.

“Düş”üyorsun.

Hatta üşüyorsun

28.2.11

sen ben

ben, yanlız ben tüm virgülleri ararken
sen, zira sen noktayı koymuştun zaten.


http://lettomusic.com/#TZJXmcH0oOk/r/!/

23.2.11

Annoying Orange Wazzup

Oturup saatlerce gevezelik yapasım var benim. Gönül rahatlığıyla kafalarını şişirebileceğim tüm arkadaşlarım uzakta. Bi kahve içelim. Benim kelimelerim zaten buralardalar.

Kaç gündür aralıksız kitap okuyorum. Film dahi izlemiyorum, müzik bile dinlemiyorum sadece kitap okuyorum. Düşünmemek için. Gözlerim isyanda, günde iki kitap bitiriyorum. Ama düşünmüyorum. Düşünmüyordum. Bazen en iyisi düşünmemek. Bazen insan artık elinden birşey gelmediğini kabullenmek istemiyor. Bir de tırnaklarım acıyor.

Bu kez hoşuma gitsin diye uğraşmicam yazdıklarım. Kötü bile olabilir. Sadece anlatmam lazım. Herşey batıyor şuan gözüme. Uykusuzum biraz da, karmakarışık rüyalarım küçük uyku dilimlerim içinde yordu beni. Belki de ondan bugün... Şey...

Benim çözmediğim, çözmek de istemediğim sorunlarım var içimde. Düğümlü hepsi. Bana zararı yok belki artık. Ama şimdi korkuyorum. O'na zarar verir miyim diye korkuyorum. Huzur bambaşka birşey. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapatıp, gülümsebiliyorum. Sanki üstünden yıllar geçmiş gibi. Boyumdan büyük onca şeyle yıllarca savaşmışım gibi. Düşününce gözlerim doluyor evet ama bir özlemin eseri değil bu. Bir pişmanlığın hiç değil. Bunun adını koyabileceğimi sanmıyorum. Dahası istemiyorum.
Bir bakıma mutluyum, kesinlikle huzurluyum.
Ne yazık ki şu an hissettiğim tek kötü şey korku.

19.2.11





hayat sudan sebeplerle uydurduğum bahanelerden ibaret. sıradan dertler, kendi çapında eğlenmeler. anlık mutlulukların üzerine sıradan dertlerin yükleri biniyor. bir kuş gördüğümde uçmayı değil, kuş beyinli olabilmeyi diliyorum. çünkü aklın ne kadar çok çalışırsa o kadar çok yoruyor bedenini.

raporlu bir deli olmak istiyorum, sorumluluklar ağırkaştıkça. ürettiğim bahaneler, geciktirdiğim planlar hayatı ertelememe sebep oluyor.

çocukluğu o kadar sevmişim ki çocukken, şimdi üzerime geliyor geçen yaşların olgunluğu.

hayal kırıklıkları geçen yaşlarımı ikiyle çarpıyor, sanki her kırılış daha çok olgunlaştırırken ruhumun yaşını sorumlulukları büyütüyorum.

5.2.11

başım ağrıyor!



sanki beynim kafamın içinde şişmiş şişmiş şişmiş de patlamak üzereymiş gibi ve de korkunç bir baskı yapmakta kafatasıma.
kafatasım da zorlanmakta, şakaklardan yüzün bütününe doğru beni acı içinde kıvrandırmaktadır
etkisi daha fazla artmasın diye neredeyse düşünmeyi bırakacağım.
beyine bağlı fonksiyonları durdurup, geceyi bekleyeceğim.
gece yatarken tüm suyu buharlaşmış ve hacmi azalan beynim, kafatasımın iç duvarlarına çarpıcak biliyorum.
dayanılmaz..matkap verseler elime, gözünü dahi kırpmadan öldürücem tüm beyin hücrelerimi.

ilk paragrafı yazarken bile biraz fazla enerji yediğinden ağrı daha da arttı.
kafatasımdaki boşluklara, beton dökmek ve beyni sabitlemek istiyorum.
yoğunlaştırılmış kahve ve çikolata zulasımı patlatmak biraz dindirir gibi oldu ama damağım çikolatadan yapış yapış.
bu histen nefret ederim. hayatta en korktuğum ıslak kek ve yanında içeceksiz kuru pastadır.
cümleler bile birbirinden bağımsız. dört tekerlekte bağımsız süspansiyon.

3.2.11

seslendiremiyorum...

ölüm haberinin duyurulduğu dünden itibaren hayatıma sanki zehir şırıngalandı.
keyfim kaçtı, bir daha da nasıl döner, dönünce de ne kadarı döner bilemiyorum. öyle üzgünüm ki.
ruh gibiyim, aval aval bakınıyorum, anlam veremiyorum, bağırasım, koşasım, ağlayasım geliyor.
ölüm de allah'ın takdiri sonuçta.
ama iş üzüntüye gelince, ateş düştüğü yeri yakıyor. elbette defne'nin ailesi kadar üzülemeyiz; ama hayat denen bu ilginç şeye neşe katan, içimizden ve bizden biri olan..
barış mançolara kemal sunallara kerim tekinlere bizimle aynı hissiyatta üzülmüş olan...
tv ekranında ne zaman rastlasam mutlaka o kanala demir attıran, her daim gülen, güldüren, yaşama kendi ruhundan binbir tane renk katan birisi göçüp gidince, o ateşin kıvılcımları bize de sıçrıyor.

"ah be defne joy" diyorum, "neden öldün, nasıl ölürsün?" diye içleniyorum. yaşlandığı vakit göçüp gitseydi, ben de allah ömür verir de yaşlandığımda o haberi alsaydım yine üzülecektim. ama böyle bir insan bu kadar erken göçüp gidince, hazmedemiyorum. yazacak, konuşacak çok şey birikiyor içimde; seslendiremiyorum...

21.1.11

bugün

çok zaman önceydi... O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu. insanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı...

derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına dün dedi, diğer parcasına bugün, öteki
parçasına da yarın. Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düsünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bu gününü. Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu.Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bu günü eline yüzüne bulaştırdı... Mutsuz
oldu insan.

ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün
pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı.

ne yarın ne de dün!...

7.1.11

Aşk Hiç Bitermi?


Zor bir oyunu sürdürüyorum günlerdir. yine de kuralları belirlemem güzel. mesela aynı zamandayız ama sen beni görmüyorsun; yanyanayız ama sence değiliz. bir yalanın içindeyiz bence; çırpındıkça battığımız ama sence her şey gerçek.
mutluluk nedir bana anlatabilir misin mesela?
sabah erkenden kalkıp "bu uykusuz gözlerimi yerinden çıkarmak istiyorum" demek midir? iyinin yanında bulunmak mıdır? pencerenin kenarına oturup bütün gün sokağı seyretmek midir? bulutlardan garip şekiller çıkarmak mıdır? sinemaya gitmek midir mutluluk? aynaya bakıp "dünyanın en güzeli benim" demek midir?
güzellik nedir sence? göreceli bir kavram olduğu için bana tüm tanımlar eksik gelir mesela.
mesela sen... bu halinle güzel misin? gözün uzakları süpürürken ne kadar güzel olabilirsin ki?
yağmurdan güzel misin sence? ya da bir gökkuşağından? dönüp geçmişine baktığında, geçmişinden güzel misin? saçından,yüzünden veya gözünden bahsetmiyorum. -s-özünden bahsediyorum.
*****
"hayır" diyorum sonra.
iki kişilik olan bir kavrama sen ya da ben yeni isimler veremeyiz. "aşk bitti" diyerek bir kenara çıkıp oturamam. aşk yetersiz bir kavram hem.
"...bir aşk uçurum özlemidir
bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna..." diyor ahmet telli mesela.
bence aşk insanın yalnızlığından sıkılma halidir. oysa her şey paylaşılır da yalnızlık paylaşılmaz.
ben seninle haftalardır yaptığım gizli ve tek başıma kahvaltılarımı, bir fincan çayımı, sinemada yanımdaki boş koltuğu, günlerce bıkmadan dinlediğim şarkıları ve en önemlisi her dokunmamda ayrı bir heyecan hissettiğim kitaplarımı paylaşmak istedim sadece.
çıkmaz sandığım -ki çıkmazmış- sokaklarıma yeni bir yol olursun diye düşledim.
ne garip ki . söylediğiniz sözler, sorularınız, beklentileriniz, hepsi; hepsi yarım kalıyor.
pişmanlık duygusu kaplıyor herkesten kaçırmaya çalıştığınız gözlerinizi. oysa az önce çıkarmaya niyetlenmiştim gözlerimi.
sonra bir yağmur başlıyor. her şeyi unutmak için kendimi yıllardır aşındırdığım ama sonlandıramadığım yollara vuruyorum. tepeden tırnağa ıslanmanın da hiçbir şeyi çözümlemediğini anlıyorum.
kendimi yine evimin penceresinin önüne atıp karşı komşunun pencere önü çiçeğini seyrediyorum. tuhaf şekillere bürünüyor çiçek; bir ayrılık oluyor, bir sen.
yaşadıklarıma tarif arıyorum yine de...
"hiçbir şey olmamış gibi"nin rolünü iyi yaptığımı herkes bilir.
hiçbir şey olmamış gibi yapıyorum işte.
ama sözlerimin hiçbirini geri almıyorum. nasılsa yapılacak daha çok kahvaltı, içilecek çay, izlenecek film, dinlenecek şarkı ve okunacak yığınla kitap var. bunların hepsini yine -de- paylaşırım seninle.
...ama yalnızlığı paylaşmak vardı -ö.asaf'a inat-. avuçlarımda parmak izin, aklımda hep aynı şarkı, gözümde gökyüzü ve hayatımın bir anlamı olsun istedim.
gemileri yakmak vardı. ama yapamıyorum. biliyorum çünkü en son ben terk edeceğim için ilk ve son yanan da ben olacağım.
...
aşk bitti diye başladım ya...
sen bana bakma. bunun adına "aşk" demek yanlış. insan tek başına aşık olur mu hiç?
ayrıca "aşk hiç biter mi?"
******
- içimin sarı cumartesisi... söyle beni hiç mi sevmedin?