29.4.14

Hayatınıza insanlar girer. Bir şeyler alırlar bir şeyler bırakırlar. Sorun aniden gitmeleri yada çok fazla kalmak istemeleri değil. Üzüldüğünüz şey terk edilmek yapamamak değil. Sorun şu ki artık ben neler unuttum bunu mu unutamayacağım demek. Bir kere de unutmak istemeyip, unutulmayacak şeyler…

5.10.13

*yaşamak için hiçbir nedene ihtiyaç duymayan insanın, ölmek için de bir nedene ihtiyacı kalmıyor.
*araştırıp durmayın şu intihar sebeplerini artık!
*kalabalıklar içinde yalnız olanlardan değil de, yalnızlık içinde kalabalık olan insanların sakatına gelmemek lazım derim ben.
*insanları sadece varlığımla bile eğlendirebilirim.
*ama bu yine de kendimden sıkılmadığım anlamına gelmez.
*bunun altını kalın keçeli bir kalemle etrafına taşırmadan çizin oldu mu?
*''entrika...''
*ne kadar iğrenç bir kelime.
*film olsa izlenmez.
*ya bu arada şu pepee'nin şila ne kadar tatlı öyle ya.
*şimdiye kadar hiç üzülmemiştim bu konuda ama, şila'ya her baktığımda keşke küçük bir kız kardeşim olsaydı diye hayıflanıyorum.
*açılın.. yerim ben sizi. da he... lo he... hey, hey hey!
*evet ben arada şila ve trt çocuk'ta yayınlanan bilumum şeyleri seyretmek durumunda kalıyorum.
*ne zaman eşşek kadar oldum ben?
*genç werther'e artık öğütler vermeyi kestiğim zaman mı?
*mamoru chiba'ya aşık olmaktan vazgeçtiğim zaman mı?
*kendimi bulduğum roman kahramanlarını bir başka roman kahramanına tercih ettiğimde, sanki tüm dünyaya ihanet etmiş gibi hissediyorum.
*kimileri aynaya bakınca o günkü ruh haline göre kendini çok hoş veya çok çirkin hissedebildiğini söylüyor.
*bense ne zaman aynaya baksam hep aynı şeyi görüyorum.
*gözlerimdeki ifade hep aynı.
*şaşırtıcı değil mi bu?
*aşk diye bir şey nasıl varsa.
*sana oturup gururla yaşamanın ne derece ağır bir yük olduğunu anlatmak isterdim.
*sana oturup saçma bir gururla yaşamanın ne derece ağır bir yük olduğunu anlatmak isterdim ama..
*anlatılacak daha önemsiz şeyler var.
*içimden gelmiyor hiçbir şey.
*dışımdan..
*itinayla kendini bilmezim.
*sevgili bryan greenberg... inanıyorum ki bir gün ''ergen gencin kendisinden yaşça büyük olgun kadına beslediği aşk ve bunun yaratmış olduğu çıkmaz'' temalı saçma rollerden sıyrılıp, doğru projede yer alacaksın.
*yakışıklısın, gençsin, hayranın genç kızlar var, iyi oyuncusun da... sadece biraz şansa ve evrene doğru enerjiyi yollamaya ihtiyacın var tatlım. seni genç kızların sevgili olabileceğin ''bireyin yalnızlığı'' temalı senaryolara havale ediyorum.
*kaçmaya çalıştığın şeyden kaçmaya değil de ondan kaçmaya çalışmaktan bir an önce kaç
*ve dönüp arkana bakma bile!
*de..
*tavsiyeler bir boka yarasaydı, ''tavsiye'' diye bir şey olmazdı be!
*düz mantık.
*reklam yazarı olsaydım ''rapunzel de saçlarını pantene ile yıkıyordu'' gibi bir slogan attırırdım ortaya.
*bence günümüz reklam dünyası için ''son derece salakça ve saçma olma'' kriterine uyuyor.
*hiç tanımadığım herhangi bir insanın en büyük sırrını merak ediyorum.
*sırrını değil ama; en büyük sırrını.. gerçekten doğru söyleyeceğini bilsem yolda birisini çevirir ''parası neyse vereceğim, söyle kardeşim'' derdim.

*şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler, yeniden bir daha kaybederim.
*hiç şaşmam..
*kafamdaki senaryolardan kurtulabildiğim vakitler, beynimdeki karıncaların yuvalarını bir daha hiç açmamacasına tıkamayı deniyorum.
*çok yanlış yaptım.
*yani ben hariç herkese göre yanlıştı.
*tüm yükleri toplasan, insanın kendine yük edindiklerinden daha fazla bir çaresizlik barındırmaz belki de.
*ne var ki, bazen elden bir şey gelmiyor.
*hayatta, en büyük derdi aşk olan insanlar kadar şanslı/en büyük derdi hiç aşka rastlamamış insanlar kadar şanslı olmak lazım.
*bense..
*şansımı kendim yaratmaya çalışmayacak kadar ''hayat meraklısı'',
*umursamazlığımın bana verdiği yetkiye dayanarak sınırsız,
*bir melodi kadar gelir-geçer,
*her insan kadar genel-geçerim hayatta.
*herkes o kadar fazla yer edinmek ve kazık çakmak için yaşıyor ki bu dünyaya..
*her geçen gün kendimi biraz daha değersizleştirmek için çabalıyorum.
*bir ''hiç'' olmak için çabalıyorum.
*böyle çok değerliyim!
*bir keresinde kendimi, ''acaba insan olmasaydım ne olmak isterdim?'' diye kendimi sorguladım. bir kere kesinlikle hayvan veya bitki olmak istemezdim. herhalde ben ''baharat'' olmak isterdim.. türü fark etmez. topu topu bir çay kaşığı ölçüsünde bile bir yemeğe son lezzetini verip, topu topu bir çay kaşığı ölçüsünde bile bir yemeği mahfedebilme kapasitesine sahip bir baharat...
*hayatımda hiç kimseden intikam almaya çalışmadım.
*kin tutmadım.
*nefret etmedim.
*öç beslemedim.
*sadece her şeyi unuttum ve kendimi gitmeye bıraktım.
*gerisi geldi.
*hem de sürüne sürüne...
*ayrılığın sağlamasını ''farzet hiç ayrılmadık'' diye yapmasaydı şair; bu kadar kolay olur muydu?
*hayatımın tek kelimelik özeti yok.
*''kendini üç kelimeyle anlat'' deseler, o anlatacağım ''üç kelime'' de her saat başı değişir.
*çoğu anlamsızlıkta bir ''anlam'' vardır.
*ve ''güzel değil'' diye bir şey yoktur, az ''mana'' vardır.
*ve ''katiyen olmaz, yapamam'' diye de bir şey yoktur; ''az aşk'' vardır.
*ve de..
*''onur!'' kelimesi ne kadar insana dair bir büyüklüktür arkadaş.
*ve de ''büyüklenmek'' kelimesi, ne kadar insana dair bir ''onursuzluk'' timsalidir arkadaş!
*yok böyle bir şey.

19.7.13

http://fizy.com/song/redd-her-neyse/1agy4w


bi bu

21.11.12

Anneme bugün salata yaparken “anne, daha önce çok iyi tanıdığım biriyle tanıştım” dedim.
“Domatesleri küçük kes” dedi.

Adam daha gelmeden gidiceğini haber verdi.
Ben domatesleri küçük kestim.

Sonra sen bana bi akşam günaydın’ı verdin.
Ben en sevdiğim şarkıyı dinledim.

Sen daha gelmeden gittin.
Bir gün biri bi gidiyor bi daha sen hiç kimseyi beklemiyosun.

Biliyomusun insan birine “kal” demekle “susmak” arasındaki farkta çok rahat intihar edebilir.

20.11.12

Romantizmden nefret eden bir insan olarak romantik kafada olduğumu kabul etmem çok zor oldu. Hala reddediyorum ama romantiğim. Kabul etmek istemesem bile. Bu yüzden duygusal olmayan pek çok şeyi reddediyorum. Mesela siyaset. Ali cengiz oyunlarını kafam almıyor. Üstelik duygusal yanımla hiç örtüşmüyor bu oyunlar.
Sonra bugün adını bile bilmediğim kitabın 16 sayfasından aklımda tek kalan cümle “Savaş, insan ruhunun en yalın, en canlı ifadesidir.” bu cümleyi okuduğum zaman fark ettiğim şey o cümleden önce okuduklarımdan hiç bişi anlamadığım ve okurken bambaşka şeyler düşündüğüm. Düşünecek çok şeyimiz oldukça kitaplara uzaklaşıyoruz. Yani büyüdükçe!
Büyümek sadece büyüdükçe farkına varılan bişi. Şimdi 35 yaşında birini anlamam imkansız ötesi. Tıpkı kelimelerle ona kendimi ifade edemeyeceğim gibi. Çünkü beni her zaman çocuk görecek. Benimse onu yaşamaktan yorulmuş biri olarak göreceğim.
Konumuza gelirsek aslında ben bugün  16 sayfa okudum. Okuduğum 16 sayfadan sonra düşündüğüm şey; hepimizin aslında birer romantik olduğu. Hepimizin huzuru - mutluluğu - güveni aradığı. Romantizm nedir? Aşktır. Aşk nedir? Huzurdur, güvendir ve mutluluktur. Yani aslında fark ettirerek hepimiz gerçek aşkı arıyoruz ama fark ettirmeden hepimiz romantiğiz.
Kendi adıma romantik olduğumu kabul etmem hala güç ama en azında biliyorum. Bir gün kabul edeceğimi bilerek yaşamaya başladım bugün. 16 sayfa okurken  çıktım bu saçma yolculuğuma.
İyi geceler. Malum geceler bana hiç iyi gelmiyor.
Çok kuvvetli hislerim var şu sıra. Ne zaman çok yoğun hissetsem bir şeyi kelimelerle ifade edemem kendimi. İster çaresizlik koy adını ister aşk. Kendimce totemlerimden biri belki. Yoğun bir şekilde hissediyorum ya ifade edilemez olur artık benim için. Bir ölçüttür ifade edememezlik.
Ne zaman çok mutlu olsam ardından gelecek yoğun mutsuzluğu beklerim. Eğer ağzım gerçekten kulaklarıma varıyorsa, gözyaşlarımın tadına bakacaktır dudaklarım.
Süt eksik hayatımda. Bir bardak süt olsa koynumda belki parmaklar dile gelecek şimdi. Lakin tütün eksik olmayan parmaklarımın arasında beyaz bir bardak yerine dumanı süzülüyor sigaranın.
Kendime bohemler yaratıp olumsuzluklara itiyorum kendimi. Ne varsa hayatımda, sonu mutlaka ölüm. Hislerim ölüyor, başarılarım ölüyor, hayallerim ölüyor, ben ölüyorum. Onca sene yarattığım bu bohem dünyada hep tek başımaydım. Ya güvenmiyordum ya sevmiyor. Zaten insanları sevmek başlı başına zor iken tek bir kişiyi herkesten çok sevmek en zoru. Büyük şans. Büyük meziyet.
Tabiri caizse makus talihimin kırılışından iki ay sonra bu yalnızlığı hem sevdiğim hem güvendiğim adam sayesinde yendim. Dile getirmeye çalıştığım sevda şimdiye kadar hissettiğim tüm yalnızlığı sıfırlayıp, öncesini ve sonrasını sanki sigortalamış gibi bir huzura yuva oldu. Ne bir korku var ölüm için ne de olumsuzluklar prensesiyim artık. Mutsuzluğun adı yok, gözyaşlarımın tadına bakmayacak dudaklarım. Her şey o kadar kontrollü ve yolunda ilerliyor ki, ikimiz dışında tüm insanlık boşa kürek çekiyor sanki. Her şey doğru onun yanında. Ne ölüyorum ne ölmek geliyor aklıma.
Sanki artık doya doya yaşamam için dönüyor dünya.
Hep aynı yerde tıkanıyorum. Gururun beni ele geçirmesine izin verip hayallerimi mahvediyorum.
Yaşadığım için yaşamadıklarımdan pişman değilim ama sonuna kadar yaşayamadığım her şey için çok kırgınım, kızgınım kendime.
İnsanların ne düşündüğünü bilemediğim için düşüncelerini kontrol edemediğim için zayıf hissediyorum. Oysa kim becerebilmiş ki.
Ne istemediğimi biliyorum ama ne istediğimden haberim yok.
Her şeyi karıştırıyor batırıyor içine edebiliyorum. Çünkü heyecanlıyım.
Çok damar parçalar dinleyip tek birine takılamıyorum. Aklıma herkes geliyor.
Aklım kalabalık. Yüreğim bomboş.
Mutlu olunca mutsuz olmayı beklemekten anı yaşayamıyorum. Çünkü depresiflikten hoşlanıyorum.
Aslında mutsuzluğu da tam beceremiyorum.
Gidenler için değil, kalmayanlar için üzülüyorum.
Doğru insana inanmıyorum.
Sabredemiyorum.
Üşeniyorum.
Sıkılıyorum.
Zaman geçiyor ve düşünceler gibi zamana da müdahale edemiyorum.
Kontrolü çok seviyorum fakat hayatımda kontrollü bir şey yok.
Çığırından bir şeyler çıkıyor onların yerine başka şeyler düzene giriyor.
Neden her şey yerli yerinde değil ki,
ve neden sürekli isyan edebileceğim şeyler bulabiliyorum

8.10.12

ayy çok sıkıldım.

11.8.12

bu kızı yeniden büyütmeliyim!



"ne gemiler yaktım, ne gemiler yaktım
 o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım
 ne göreyim kendime yıldızlardan daha uzaktım." az sözle çok şey anlatmak buna denir herhalde.


"Ne ardına bakarak gelir bugüne aydınlık, ne de gelecek düşlerinde. Beklediğini anladığın an, yanlışta olduğunu anlamalısın. Tamamlanmayı, ulaşmayı, çözümü bekliyorsan mutluluk ve huzurun yanında değilsin demektir” diyor okuduğum satırlar. Bense kafamla onaylıyorum, evet diyorum an'da güzel, sihirli bir şeyler olmalı, yaşama değer katan, renklendiren. Her şeyin desturu ise önce "kendin". İçime bakıyorum, bir duvar saatinin arkasını el yordamıyla açan çocuk misali. Çarkları, pili görüyorum, akrep ve yelkovanı. Her şey ne kadar da basit görünüyor. Oysa onlar çalışmaya başlayınca tiyatro da açıyor mu perdesini.

Al bunları, kulaklarını tıka , sonra gözlerini de kapa.
İçinde kelimelere yeniden anlamlarını yükleyinceye kadar, cümleler kurma. Bırak harfler otursun yerine, bırak arınsın kalabalıklardan yüklemlerin. İçinden yeniden hecele hayatı.
Bir okuma bayramında ben omzuna kurdele takıncaya kadar, sakın okuma. Bitiştirme harfleri birbirine.
Özdeyişleri unut, deyimleri terket. Arkanda bırak aklına kazıdıklarını.
Her şeyi unuttuktan sonra.
İşte o zaman...
Sevdiğinin hatıra defterine yazar gibi yeniden yaz kendini. Kimselere bakmadan ve kopya çekmeden. Sadece kendini yaz. Üşüyen bir çocuğun kardan adam yapması gibi.

“Herşey çok güzel olacak” cümlesindeki ç kılığına bürünmüş b’yi bulunuz.

Bu satırlarla gizemli şeyler söylemedim ben. Hayatı, hayata verdiğimiz anlamları ne kadar da etraftan topluyoruz, kopyalıyoruz aslında. Başkalarının senaryolarını oynamak zorunda mıyız hep? Kurallarla, tecrübe denilen reflekslerle ve kitapların aklımıza soktuğu fikirlerle, ideolojerle.
Mevlana’nın kitaplarını suya fırlatışı var ya Şemsin. Öyle fırlatmalı bazen bildiklerimizi.

Ne diyordu Şems: ‘Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilgilerini silmekle başla’.

ve evet ben de farkındayım. bu kızı yeniden büyütmeliyim...

26.4.12

“Birlikte olsak, dünyanın en mükemmel şeyi olurdu, neyi olurdu, bi şeyi olurdu. Sanki öyle harika olurdu ki, yüzüne baktığımda bunu görebiliyorum ben öyle güzel inandırıyorum ki kendimi buna, çünkü çok zordur bilirsin, anlarsın gördüğünde, gün ışığı gibi, perdeleri istediğin kadar çek ve dünyanın en harika şeyi olurdu işte.
Ama en harika başkaları, var öyleleri biliyorum, görmüştüm bazen, sonra şaşırıyor da insan, yine çünkü; dünyanın en muhteşem o şeyi olmak için olabilmek gerekir. Olmuyorsa olmuyordur, olmayacaktır. Hepsi hepsi benim uydurmalarımdır ve senin bunlarla alakan yoktur. Belki haberin bile, o kadar da değildir ama görmezden geliyorsundur. Zira gelmesen kesin dünyanın o en bi şeyi olur, neyi olur, her şeyi olur.
En çok ihtiyacım olansan, sen bile öyle diyorsan, kaçıyorsam, kaçmıyorumdur da aslında ama bütün bunlar çok saçma zaten.”
Zihnimden geçen her şeyi yazabilirim. Yeter saçmaladığın, ver kucağıma mesela o anlamsız kelimelerini, ben anlamlı cümleler inşa edebilirim. Önce çatısından başlarım, çünkü doğru perspektifi yakalayabilirsen ve elmalar ağaçtan, ağaç da evden büyük olmazsa eğer; sağ üst köşedeki güneşin gülen suratını kimse garipsemez.
Bak bilmiyorsan, sana öğretebilirim.
Eğer kullanmıyorsan bütün sevgi sözcüklerini alabilirim. Onlarla kendi idealar evrenimde izafiyet teorisini kolunun altına sıkıştırıp, Einstein’a “Nası koydum ama” diyebilecek kadar mutlu olabilirim.
Konuşma, ne fark eder, duyabilirim.

Sevmiyor musun?, olsun. Horluyorsun zaten, sen olmadan da uyuyabilirim.

Yok musun? Hiç mi yoksun. Olsun, “Sen Google’a bakmadan Nietzsche yazabiliyor musun?” deyip kahkahalar atabilirim.
İstesem sana gününü gösterebilirim.
Bakarsın bir şarkıya rastlarım köşeyi dönmeden, peşine takılıp çok uzaklara gidebilirim.

Bırak gitsin. Bulamaz mısın yenisini? Aşık olamaz mısın yine? Aslanlar gibi dik yürürüsün, midende kelebekler de uçuşur, pembeden bulutlar da görürsün, yediklerin de daha tatlı gelir, hayat da güzelleşir, arkadaşlar yanında hem; keyfin mutlaka yerine gelir.
Gelmez!
Aşık falan olamazsın, sen ne zaman yeniden haz etmişsin ki şimdi edeceksin!
Sıkıca sarıl, gitmesin! Bi kere de senden biri gitmesin be arkadaş! Bi kere de bitmesin!
Arkadaşlar anlamaz, sen şarap bile sevmezsin! Bırakma, bitmesin.
Yediğin her lokma boğazına dizilecek be, neyin tribindesin?
Boynun kucağına düşecek anasını siktiğim, yüzün akıp gidecek, annen bile dudak bükecek, sen hala rol mü keseceksin?
Kesme!
Bir kere olsun, eğer onu istiyorsan, yapma şu gururu, paspas ol sevdiğinin ayakları altında, istersen sus, sen istersen tek kelam etme, kapısına gitme, içip gözyaşı dökme ama eğer onu, gerçekten onu, sadece onu istiyorsan; sevmekten vazgeçme.
Unutman lazım geliyorsa, öyle diyorlarsa, yahu senin göğsünde düğümlenen dünyanın en harikulade acısını kim nereden bilsin?

Gözümün içine yine öyle baksan, yatmaz mıyım sanki yanına, sokmaz mıyım yüzümü boynuna, sarılmaz mısın bana.
Ama ben, bana ‘gel’ de istiyorum.
Çünkü bilirsin, kaybedenler böyledir. Onlar belki bir kere ama öyle büyük kaybetmişlerdir ki, ne kadar gelmek isteseler o kadar bağlanır dizleri; ne kadar çok severlerse, o kadar uzaklaşırlar, sen de yaşadın işte, iyi bilirsin.
Şimdi seni dünyalar kadar sevsem mutlu olmaz mısın? Dünyalar birkaç tanedir.
Şimdi kalkıp seni her şeyden çok istesem, hiç yalan söyleyemesem, kavga etmesem, hoşuna gitmez mi,hiç ağlamasam, boş versene köpekler gibi ağlasam.
Sevmez misin beni?
Şimdi sana gelsem, elini uzatmaz mısın sanki bana, yine çocuklar gibi şımarmaz mısın?
Korkmaz mısın, lütfen, ‘biz’den biraz korkmaz mısın!
Sana geldiğimde kollarını açıyor olman bir şey ifade etmiyor.
Ben, bana ‘gel’ istiyorum.

25.4.12



bu konuştuklarımız aramızda kalsın, olur mu?

teşekkürler.

kafayı yedim. çok ciddiyim. deli gibi bir şey oldum . kendimi tanımayıbırak. sabah uyandığımı gece uyuduğumu unutuyorum. unutulur mu lan diyeceksin. unutuyorum işte. bazen uyanmayı bazen de uyumayı unutuyorum. öyle enteresan bi ruh halindeyim işte. şimdi bak



ben yazarken dinliyorum sen de okurken dinle bunu;
http://fizy.com/#s/150qpa

bir adam seveceğim. bir adama ihtiyacım var. ama dokunmayacağım, gebereceğim bunun acısından, arzusundan.. yalnızca gözlerinde gebermek istiyorum, amacım ruhunu gözlerinden fethetmek olacak. dışını değil bir tek içini seveceğim öncelerinde.
kelimelerini değil yüreğini dinleyeceğim, nabzını uzaktan ezbere bileceğim. öyle bir izleyeceğim ki, izlediklerim benim de olacak artık. uzaktan seveceğim, yormadan, yorulmadan..
dayanabilir miyim bilmiyorum.
bir adama ihtiyacım var. konuştukça büyüyeceğim bir adam, beni büyütecek bi adam istiyorum. baktıkça daha da güzel olacak ona olan aşkım, daha erişilmez, daha dokunulmaz, daha sağlam..
o aşk olacak benim için, aşık olduğum değil bizzat aşkın ta kendisi olacak. ha aşkdediğim ise dış kuru bir tanım işte burada.o olduğu zaman dışı da içi kadar berrak olacak. her şey olacak, ben olacak, benden başka da hiçbir şey olmayacak.
nasıl bir aşk ya da aşık istediğimi düşünmüyorum. beni endişelendiren nasıl bir aşık olacak olduğum. bilmiyorum, o denli kocaman değil benim yüreğim. çok işi var o adamın burada, çok fazla yumuşatması gereken kenarlarım var..
her şeye sahibim ben, her şeye.. bir gözlerinde eriyecek adamım yok. ben izin vermiyorum buna, kaçıyorum. zira kendimi de kaybederim diye korkuyorum onun içinde..
yazık.

bir yere ait değilim, bir şeye ait değilim, birine ya da bir şeye de sahip değilim. bunu hiçbir zaman istemedim zaten. hiç de beceremem ki bunu. ne olacak bilmiyorum. yetmiyorum ama artık kendime.. hiçbir şeye..


21.2.12

Bir daha böylesine uzun tutmayacağım nefesimi

Soruyorlar “Neyin var?” diye. “Biraz canım sıkkın, önemli bir şey değil” den fazlası çıkmıyor ağzımdan.

Yapılan araştırmalara göre; bugünlerde filler, oturmak için insanların göğüs kafeslerini tercih ediyorlar.

Bu günlerde; göğüs kafesine oturan bir fil, nerden baksan öldürür.

Bugünlerde yaşanması gereken ölüm değildir.
 


Planları olan biri değilim. Hayalleri olan biri değilim. Ben benim, bu kadarım, elimden gelenler bunlar, senin için olan kısmım şu, uff ne de çokmuş,
ihtiyacı olmayana hiçmiş, ihtiyacın olan yanında değilmiş, zaten ihtiyaç duymak da ne saçma şeymiş.
Ben yine buraların yabancısıyım, fark etmez, böyle de devam ederim.

İzin vermediler, lambadaki cine söyleyeceklerim olsun isterdim.


Bugünlerde, anlattıklarını anlayabilecek birini bulmak nerden baksan insanı aşık eder.
Aşk, insanın göğüs kafesinde fillerle beş çayı içer.

İyi demlenmemiş çaylardan anlamam. Zaten çay da sevmem.

Bugünlerde her şeyi, bir bir dikmek istiyorum.

Göğsümdeki file sevgiler.


Soruyorlar “Neyin var?” diye. “Biraz canım sıkkın ya, önemli bir şey değil” deyip gülmeye devam etmekten fazlası gelmiyor elimden.

“Zaten o kadar çok şey de yaşamadık, yol yakınken kendi hayatlarımıza dönelim” diyen birine aşığım mı diyeyim?

23.10.11

hem de "pazar" sabahı.

Elbette hiç biriniz, pazar sabahı sizi “Ayşegül” sanan biri tarafından defalarca aranarak uyandırılmak istemezsiniz. Hemde pazar sabahı..
Uyumak istemiyordum aslında. Tek tamamı kendime ait günü dopdolu yaşamak istiyordum. Pazar kahvemi penceremin önünde ağacımı izlerken içecektim. Belki dikkatli bakarsam üzerinde ki böcekleri de görebilecektim ağacın.
İşte tam o sırada hayatımdan uzaklaşmak isteycektim. Kimliğimi değiştirip asla tanıdığım insanlarla  tekrar göremeyeceğim yerlere yerleşmek isteyecektim. Kontrol edemediğim hayatımın tüm iplerini elime almak isteyecektim. Arkamda bıraktıklarımı pişman etmek isteyecektim.
Çalışmaya başlayınca hayatınız tamamen onun üzerine kurgulanıyor. Artık senelerce çalışacaksınız. Sadece sizin olan tek günü, çalıştığınız zamanın yorgunluğunu atmak için dinlenerek geçireceksiniz. Aslında sizin olan bir gün bile kalmıyor. Öğrenciyken gece 1de gelen teklifleri acımazsızca değerlendirirken, çalışmaya başladıktan sonra 1de gelen telefonları açamayacak kadar bile yorgun olacaksınız. Ya hayatınızda ki insanlara uyamayacaksınız, ya da siz uygun bir vakit yarata bilmişken onlar uygun olmayacak. Sevemeyeceksiniz. Çünkü zaten yeterince kalbiniz kırılmış olacak ve seveceğiniz insanlara vakit bulamayacaksınız. Yeni insanlarla tanışmak için zamanınız da olmayacak zaten. Belki çalışma esnasında tanıştığınız ofis arkadaşları olacak hayatınız da yeni sadece,
Sevemiyor olacaksınız. Sevilmiyor olarak. Sevmeyi düşünemiyor. Düşünmeye fırsat bulamıyor olarak. Pazar sabahı 09.09 da sizi kimse düşünmüyor olarak bakacaksınız saate. Belki epey yalnız. Epey depresif. Epey bunalımda.
Yalnız geçirmek istemediğiniz günler mi, yalnız geçirmek istediğiniz günler mi olacak karar verememişken zaman geçecek. Siz her güne yalnız uyanacaksınız. Belki yağmurlu bir günde zorla alarmın sesiyle uyandırılarak ve asla dinlenememiş olarak. Ya da belki sizi “Ayşegül” sanan bir yabancı tarafından sadece. Hem de pazar günü…