21.11.12

Anneme bugün salata yaparken “anne, daha önce çok iyi tanıdığım biriyle tanıştım” dedim.
“Domatesleri küçük kes” dedi.

Adam daha gelmeden gidiceğini haber verdi.
Ben domatesleri küçük kestim.

Sonra sen bana bi akşam günaydın’ı verdin.
Ben en sevdiğim şarkıyı dinledim.

Sen daha gelmeden gittin.
Bir gün biri bi gidiyor bi daha sen hiç kimseyi beklemiyosun.

Biliyomusun insan birine “kal” demekle “susmak” arasındaki farkta çok rahat intihar edebilir.

20.11.12

Romantizmden nefret eden bir insan olarak romantik kafada olduğumu kabul etmem çok zor oldu. Hala reddediyorum ama romantiğim. Kabul etmek istemesem bile. Bu yüzden duygusal olmayan pek çok şeyi reddediyorum. Mesela siyaset. Ali cengiz oyunlarını kafam almıyor. Üstelik duygusal yanımla hiç örtüşmüyor bu oyunlar.
Sonra bugün adını bile bilmediğim kitabın 16 sayfasından aklımda tek kalan cümle “Savaş, insan ruhunun en yalın, en canlı ifadesidir.” bu cümleyi okuduğum zaman fark ettiğim şey o cümleden önce okuduklarımdan hiç bişi anlamadığım ve okurken bambaşka şeyler düşündüğüm. Düşünecek çok şeyimiz oldukça kitaplara uzaklaşıyoruz. Yani büyüdükçe!
Büyümek sadece büyüdükçe farkına varılan bişi. Şimdi 35 yaşında birini anlamam imkansız ötesi. Tıpkı kelimelerle ona kendimi ifade edemeyeceğim gibi. Çünkü beni her zaman çocuk görecek. Benimse onu yaşamaktan yorulmuş biri olarak göreceğim.
Konumuza gelirsek aslında ben bugün  16 sayfa okudum. Okuduğum 16 sayfadan sonra düşündüğüm şey; hepimizin aslında birer romantik olduğu. Hepimizin huzuru - mutluluğu - güveni aradığı. Romantizm nedir? Aşktır. Aşk nedir? Huzurdur, güvendir ve mutluluktur. Yani aslında fark ettirerek hepimiz gerçek aşkı arıyoruz ama fark ettirmeden hepimiz romantiğiz.
Kendi adıma romantik olduğumu kabul etmem hala güç ama en azında biliyorum. Bir gün kabul edeceğimi bilerek yaşamaya başladım bugün. 16 sayfa okurken  çıktım bu saçma yolculuğuma.
İyi geceler. Malum geceler bana hiç iyi gelmiyor.
Çok kuvvetli hislerim var şu sıra. Ne zaman çok yoğun hissetsem bir şeyi kelimelerle ifade edemem kendimi. İster çaresizlik koy adını ister aşk. Kendimce totemlerimden biri belki. Yoğun bir şekilde hissediyorum ya ifade edilemez olur artık benim için. Bir ölçüttür ifade edememezlik.
Ne zaman çok mutlu olsam ardından gelecek yoğun mutsuzluğu beklerim. Eğer ağzım gerçekten kulaklarıma varıyorsa, gözyaşlarımın tadına bakacaktır dudaklarım.
Süt eksik hayatımda. Bir bardak süt olsa koynumda belki parmaklar dile gelecek şimdi. Lakin tütün eksik olmayan parmaklarımın arasında beyaz bir bardak yerine dumanı süzülüyor sigaranın.
Kendime bohemler yaratıp olumsuzluklara itiyorum kendimi. Ne varsa hayatımda, sonu mutlaka ölüm. Hislerim ölüyor, başarılarım ölüyor, hayallerim ölüyor, ben ölüyorum. Onca sene yarattığım bu bohem dünyada hep tek başımaydım. Ya güvenmiyordum ya sevmiyor. Zaten insanları sevmek başlı başına zor iken tek bir kişiyi herkesten çok sevmek en zoru. Büyük şans. Büyük meziyet.
Tabiri caizse makus talihimin kırılışından iki ay sonra bu yalnızlığı hem sevdiğim hem güvendiğim adam sayesinde yendim. Dile getirmeye çalıştığım sevda şimdiye kadar hissettiğim tüm yalnızlığı sıfırlayıp, öncesini ve sonrasını sanki sigortalamış gibi bir huzura yuva oldu. Ne bir korku var ölüm için ne de olumsuzluklar prensesiyim artık. Mutsuzluğun adı yok, gözyaşlarımın tadına bakmayacak dudaklarım. Her şey o kadar kontrollü ve yolunda ilerliyor ki, ikimiz dışında tüm insanlık boşa kürek çekiyor sanki. Her şey doğru onun yanında. Ne ölüyorum ne ölmek geliyor aklıma.
Sanki artık doya doya yaşamam için dönüyor dünya.
Hep aynı yerde tıkanıyorum. Gururun beni ele geçirmesine izin verip hayallerimi mahvediyorum.
Yaşadığım için yaşamadıklarımdan pişman değilim ama sonuna kadar yaşayamadığım her şey için çok kırgınım, kızgınım kendime.
İnsanların ne düşündüğünü bilemediğim için düşüncelerini kontrol edemediğim için zayıf hissediyorum. Oysa kim becerebilmiş ki.
Ne istemediğimi biliyorum ama ne istediğimden haberim yok.
Her şeyi karıştırıyor batırıyor içine edebiliyorum. Çünkü heyecanlıyım.
Çok damar parçalar dinleyip tek birine takılamıyorum. Aklıma herkes geliyor.
Aklım kalabalık. Yüreğim bomboş.
Mutlu olunca mutsuz olmayı beklemekten anı yaşayamıyorum. Çünkü depresiflikten hoşlanıyorum.
Aslında mutsuzluğu da tam beceremiyorum.
Gidenler için değil, kalmayanlar için üzülüyorum.
Doğru insana inanmıyorum.
Sabredemiyorum.
Üşeniyorum.
Sıkılıyorum.
Zaman geçiyor ve düşünceler gibi zamana da müdahale edemiyorum.
Kontrolü çok seviyorum fakat hayatımda kontrollü bir şey yok.
Çığırından bir şeyler çıkıyor onların yerine başka şeyler düzene giriyor.
Neden her şey yerli yerinde değil ki,
ve neden sürekli isyan edebileceğim şeyler bulabiliyorum