29.8.11

bu sözler size bayım

aşk demişlerdi değil mi bayım...kısa bir ziyaret için geldiğiniz yerin kocaman bir yalnızlığın mekanı olduğunu bilmiyordunuz...derin yaralar bırakmak aklınızdan geçmemişti...ne de olsa siz çok iyi bir insandınız...kendinizi bütün dünyadan daha çok sevecek kadar...








aşk demişlerdi değil mi bayım...mecnun'u ararken duymuştum ilk kez adını..."aşk" demişti yücelerden bir ses.."aşk, bir iddiadır!"...ne çok sarsmıştı beni bu cümle... bütün bildiklerim bir uçurum boşluğundan kaymıştı o an. "nasıl yani?" diyebilmiştim. devam etmişti yüce ses :"...ispat ister!!!"






ispat demişlerdi değil mi bayım... siz bütün ispatlara gelemeyecek kadar korkaktınız... bense büyük bir yalnızlık kadar cesaretli...bir seni seviyorumumun altında size söylenecek binlerce seni seviyorumdan daha büyük anlamlar gizliydi...bilemediniz bayım...






seni seviyorum demişlerdi değil mi bayım...ben size söylemekten kaçaerken, onlar size söylemişti...ve siz uçuvermiştiniz...ben sizi anka sanırken , sıradan bir göçmen kuş çıkıvermiştiniz...






hiç tahmin etmediniz değil mi bayım...derin yaralar bırakmak üzere olduğunuzu...belki haklıydınız, çünkü hayallerimden habersizdiniz...ama haklıydım, büyüleyici laflar demeyi bırakarak kısa bir ziyaret için geldiğinizi söylememiştiniz...






son kez attila ilhan demek istiyorum size bayım, felaketime ağlarken...


hiç duymadınız değil mi,


üçüncü şahsın şiirini....

2.8.11

İnsan hayatına zorunlu kılınmış en büyük ve inanılmaz hata: çalışmak.


Çalışmak bir çeşit bug.



İyi yerlere gelip, iyi maaşlar alan bir insan olma yolunda sırtımdan itilerek ilerlerken, topuklu ayakkabılarım canımı acıtıyor koşmam gereken yerlerde.



Beş dakika oturup düşünüyorum.



ofis camının filtreleyip içime süzdüğü güneş, taze çimen kokusunu ve aylak bir Tandoğan gününü zihnime yerleştiriyor. Masamdaki çiçeği koklayıp, pembe ojelerime bir göz atıyorum. Ayakkabılarım ayağımdan ziyade canımı sıkıyor. Parmak arası terliklerimi ve ayaklarımı yakan bronz kum taneciklerini düşünüyorum. İçim gidiyor.

Bahara ve yaza dair ne varsa yaşadığım, hepsini o beş dakikaya sığdırıyorum ve yemin ederim ki, hepsini yeniden yaşadığımı hissedebiliyorum. Zaten o dakikadan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmuyor ve insan, kendini kısır bir “yaşanmışlıklı özlem” döngüsü içinde buluyor.
İmgeler benim ağzıma ediyor.



-Naber nasıl gidiyor?

+Nolsun ya çalışıyoruz işte.



Çalışıyorum işte. Eskisinden daha iyi bir hayatım yok. Daha az yazıyorum, hatta hiç yazmıyorum. Daha az içiyorum, hatta hiç içmiyorum. Daha az ağlıyorum, hatta hiç ağlamıyorum. Sevdiğim biri var, hatta o da beni seviyor. Hani şu yazılarımdaki adam; herkes biliyor.

Şimdi yaşam daha ciddi, daha seçici. Aynaları daha net, hamleleri daha bilinçli. Hayaller bile gerçek oluyor, her şey fazla gerçekçi.



Çok korkuyorum büyümekten.